Bir zamanlar Küçük Asya (Anadolu) olarak tanımlanan şimdiki Türkiye ve Ortadoğu'nun geri kalanı, yüzyıllar boyunca farklı din ve kültürlerin ortaya çıktığı medeniyetlerin beşiği oldu. Ancak bugün giderek küçülen bu toplumların dini veya vicdani özgürlüklerini yaşaması mümkün olmuyor.
"Barış içinde birarada yaşamak," öyle görünüyor ki, İslam'ın üstünlüğünü savunanlara tamamen yabancı bir kavram. İşte bu kayıp kavram onları karanlık çağlarda tutuyor. Alışveriş merkezlerine gidip cep telefonu, bilgisayar ve diğer teknolojik cihazları kullanabilirler, ancak akıl ve ruhları karanlık çağlara sıkışmış durumda. İronik olarak, bugün kullandıkları ileri teknoloji ve bilimin büyük bir kısmı, bugün yok etmekten memnun oldukları insanlar tarafından icat edilmiş.
Neden herkesi egemenliği altına almak yerine uyumlu bir şekilde herkesle bir arada yaşayan tek bir İslam ülkesi yok? Ve neden çoğunluğu Müslüman ülkelerin çoğunda gayri Müslimler eziyet görüyor veya ayrımcılığa uğruyor? Neden diğer vatandaşlarla eşit haklara sahip olarak tanınmıyorlar?
Akademisyen Mine Yıldırım'a göre, "Latin Katolik toplumu, yasal olarak varlığı tanınmadığı için, yüzyıllardır elinde bulundurduğu kiliselerin sahibi olduğunu kanıtlayamıyor." Yıldırım, "Bu da mülkiyet kaybının devamıyla sonuçlanıyor...Hiçbir yasal kişiliği yok ve buna ek olarak mülkiyet hakkı da yok, o yüzden mahkemeye gidip kaybettiği mülkünün hesabını da soramıyor yasal kimliği olmadığı için," diyor.
Protestanlar ve Yehova Şahitleri'ni de aynı probleme dahil eden Yıldırım, "Türkiye'nin güney doğusundan gelen göçle giderek büyüyen Süryani Ortodoks toplumu, üç yıldan fazla bir zamandır İstanbul'da ikinci bir kilise açılması başvurusunun karara bağlanmasını bekliyor...Yasal olarak tanınan bir ibadet yerine sahip olmanın önemi, Türk toplumundaki diğer dinlere hoşgörüsüzlüğün yaygınlığı dolayısıyla azımsanamaz...Yasaya gelince, yasal statüsü olmayan ya da cem evi, kilise ya da benzer bir isimle anılmayan bir binada ibadet etmek yargılanmaya yol açabilir. "[1]
Sosyal hoşgörüsüzlük ve hatta fiziksel saldırılar gayri Müslimler'in ibadethanelerinin kapanmasına da neden olabilir. Örneğin İnegöl'de bir alışveriş merkezinde 10 Mayıs'ta açılan kilise ve sinagog "baskılar" yüzünden kapatıldı."
Cihan Haber Ajansı'na göre, alışveriş merkezinin kurucu başkanı Haluk Özbek, "Bir taraftan İnegöl'ümüze böylesine büyük bir uluslararası kimliği verecek projenin haklı gururunu yaşarken, diğer taraftan bazı gruplar tarafından çirkin ve anlamsız saldırılara maruz kaldık, çünkü alışveriş merkezi projemizde bir caminin yanı sıra başka dinlere ait ibadethaneler de bulunuyordu," dedi.
Özbek alışveriş merkezi fiziksel saldırılara maruz kaldığı için şimdilik yabancı ibadethanelerin de merkezde yer alması kararını askıya aldıklarını söyledi.
İstanbul'un Asya kıyısındaki en büyük Yunan Ortodoks Kilisesi Aya Triada'nın girişi, 10 Haziran'da, 25 yaşındaki Muhammed S. tarafından, "Hristiyanlığı ve Yahudiliği bitirdik...Allahu Ekber!" sözleriyle ateşe verildi.
Kiliseye bağlı çalışan Yunan Vakıfları Birliği temsilcisi Kostandin Kiracopulos gazetecilere, "Zanlı rüyasında Hazreti İsa'yı gördüğünü söyledi," dedi. Devletin Anadolu Ajansı, akıl rahatsızlığı dolayısıyla söz konusu kişinin hastanede tedavi gördüğünü yazdı.
Bu kilise "şanslıydı" -- yerle bir edilmedi. Türkiye'deki pek çok tarihi kilise ise o kadar şanslı değil. Bunlardan biri, bugünkü Türkiye'de Demre (Myra) olarak bilinen ve adını 4. yüzyılda Demre'de doğmuş olan Hristiyan azizi Nicholas'tan alan Bodrum'daki Aziz Nicholas kilisesi. 1923 yılında, Anadolu'da yaşayan pek çok Rum'um zorla evlerinden atılıp, Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi çerçevesinde Yunanistan'a gönderilmesiyle, Aziz Nicholas Kilisesi de bir cemaatin ibadet yeri olmaktan çıktı. Arkasından, sinema olarak kullanılmaya başlandı ve daha sonra da sünger deposu oldu. 1969 yılında yetkililer kiliseyi yıkmaya karar verdiler. Önce, ekskavatörlerle kazmaya çalıştılar ancak bina çok sağlamdı ve yıkılmadı. Böylece dinamitle havaya uçurdular.
Türkiye'deki İnsan Hakları Derneği'ne göre, Anadolu'daki diğer kiliseler de, 1915 Ermeni katliamından sonra ya dinamitlendi ya da topa tutuldu.
Eylül 1955'te Türk hükümeti İstanbul'un Rum toplumuna ait kiliseler, manastırlar ve mezarlıklara yönelik sistematik bir saldırıyı organize etti.
Bu saldırılar bölgedeki Hristiyan kültürünün yok edilmesine yol açtı. Ne yazık ki, bu göreceli olarak eski gelenek halen yaşatılıyor. Nisan 2015'te, Süryaniler'in 1914-1925 arasında katledilmesine kadar Süryani Hristiyanlar için önemli bir merkez olan Mardin ilinde Süryani Birliği Derneği kaldırıldı. Çünkü programında bulunan ve aynı zamanda Kürt kuruluşlar tarafından da kullanılan "eş başkan" ifadesi ve adında yer alan "birlik" kelimesi kanunlara aykırıydı. Süryani Derneği Başkanı Yuhanna Aktaş üyelerinin karara itiraz edeceğini ve hiçbir şey değişmezse davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıyacaklarını söyledi.
Şimdi Türkiye'de sadece çok küçük bir Hristiyan toplumu bulunuyor ve İslamcı yetkililer herzamanki agresif yöntemlerine pek sık başvurmuyor. Onun yerine, ayakta kalan pekçok kilise ibadet dışında birçok hakaretamiz amaç için kullanılıyor. Ancak bu uygulama, kiliselere yönelik zulmü daha görünür kılıyor.
Örneğin, 1915'ten önce çoğunlukla Ermeniler'in yaşadığı bir kasaba olan Germüş'teki tarihi kilise, ahır olarak kullanılıyor. Kilise, daha 11 yıl önce Ermeniler tarafından restore edilmişti.
Türkiye'deki Protestan Kiliseler Birliği'nin 2014'te hazırladığı ayrıntılı bir raporla, Hristiyanlar'ın kendi ibadethanelerini yaptırmaları ve korumaları, inançlarını paylaşmalarına yönelik nefret suçları ve ihlaller ve maruz kaldıkları diğer ayrımcılıklar açığa çıktı. Rapor, sadece 2014 yılında Türkiye'deki kiliseler ve kilise mensuplarının uğradığı şiddet ve şiddet tehditlerine ilişkin anlatımlarla doluydu. Türkiye genelinde pek çok kentte, kiliseler, Hristiyan toplumu liderleri ve kilise mensupları sürekli olarak tehdit, taciz ve fiziksel ataklara maruz kalıyordu.
Antep şehrindeki Protestan kilisesi, "yasalara aykırı bir iş yeri" olduğu gerekçesiyle mühürlendi. Mardin'de başka bir kiliseye yıllardır iki polis sızmıştı. Sonuç, bazı kilise mensuplarının sınır dışı edilmesi oldu. İstanbul'un Üsküdar bölgesinde Protestan toplumu üyelerine, ibadet için yeni bir yer verileceği gerekçesiyle kiliselerini bıraktırıldı. Halen bunu bekliyorlar. İstanbul Bahçelievler'de, Presbiteryan Grace kilisesi sosyal medya aracılığıyla saldırı tehdidine maruz kaldı. Polis, tehditlerin kaynağını bulamadı. Kayseri ilinde bazı insanlar Hristiyan bir üniversite öğrencisini tehdit etti ve kaçırmaya çalıştı. Yardım istediğinde hiçbir şey yapılmadı ve bu yüzden okulu bırakmak zorunda kaldı.
Türkiye aynı zamanda bir Alevi toplumuna sahip, sayıları on milyonlar olarak tahmin ediliyor, ancak bu rakam sadece tahmini. Türkiye'nin Aleviler'i aynı zamanda yasal bir kimlik olarak kabul edilmiyor. Yasal olarak varolmayan bir grubu nüfus sayımına tabi tutamazsınız, onları sadece "Sünni Müslümanlar" olarak sayarsınız.
Aleviler'in Türkiye'deki ibadethanesi olan Cemevleri de aynı zamanda egemen İslamcıların kurbanı. Ne Osmanlı idaresi sırasında ne de Türkiye Cumhuriyeti tarafından Cemevleri ibadethane olarak tanınmadı.
2013 yılında hazırlanan bir parlamento raporuna göre, Türkiye'de 82.693 cami bulunuyor. buna karşılık sadece 937 Cemevi var. Ve Türkiye'deki illerinden yarısından fazlasında tek bir Cemevi bile yok.
Kamu politikaları uzmanı John C. Sawhill'in söylediği iddia edildiği gibi, "Bir toplum sadece yarattıklarıyla tanımlanmaz, aynı zamanda yok etmekten kaçındıklarıyla da tanımlanır."
Üzücü olan, İslamcı egemenler diğer inançları taşıyanlara ya da inancı olmayanlara saygı gösterme kapasitesine sahip gibi görünmüyorlar. Pek çok sofu Müslüman eğer İslam tek gerçek dinse, neden gayri ahlaki, gerçek olmayan din veya felsefelerin insanları yoldan çıkarmasına ihtiyaç duysun anlayışını taşıyor gibi görünüyor.
Aynı zamanda, göründüğü kadarıyla, kendi dinlerinden yüzlerce binlerce yıl önce dünyaya gelmiş dinleri geçersiz kılmak ya da yok etmeye çalışıyorlar. Bu dinlerin başkalarına bir saygısızlığı olmasa da ve insanları kendi dinlerine döndürmeye çalışmasalar bile. Onlara göre, Müslüman olmayanlar kafir, yani İslam'a göre inançsızlar.
Siyasi İslam Çalışmaları Merkezi uzmanlarından Bill Warner, "İslam'ın dili dualistik" diyor. "İnsanlık tek bir varlık olarak görülmüyor ancak bir kişinin Hazreti Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna inanıp inanmamasına göre ikiye ayrılıyor." diyor Warner. Ve Kuran'a göre, bir Müslüman kafir dostu olamaz (3:28).
Kuran kafiri, nefret edilen (40:35), alaya alınan (83:34), cezalandırılan (25:77), kafası kesilen (47:4), kafası karışık (6:25), kendisine komplo kurulan (86:15), terörize edilen ( 8:12), ele geçirilen (6:45), öldürülen (4:91), çarmıha gerilen (5:33), savaş açılan (9:29), cahil (6:111), şeytani (23:97), gözden düşmüş (37:18), temiz olmayan (9:28), ve lanetli (33:60) olarak tanımlıyor.
Warner'a göre sadece kafir sözcüğü bile Hristiyan, Yahudi, Hindu, Budist, animist, ateist ve hümanistlere yönelik siyasi yaklaşımı sergiliyor.
Müslüman cihat orduları ve aynı zamanda pekçok Müslüman sivil, başka inanca sahip insanların ibadethanelerine, diğer kültürel ve dini değerlerine saldırmaya devam ettikçe kendi miraslarını oluşturuyorlar. Yok ettikleri, saldırdıkları, yasakladıkları her kilise, sinagog, cemevi, Budist tapınak ve diğer gayri Müslim ibadethaneyle kendi kimliklerini ve değerlerini de yok ediyorlar.
Kuşaklar boyunca hatırlanmayı diledikleri miras bu mudur? Öyle olduğu anlışılıyor.
Aynı zamanda, "İslam bir barış dinidir" iddialarını duyuyoruz. Ancak pek çok Batılının anlamadığı şu ki, bu barış ancak herkes İslam'a döndükten sonra mümkün olabilir.
Bugünkü Müslümanlar'ın gelecek kuşakları, geriye dönüp de atalarının ne yaptığı anladığında, gurur duyacakları bir geçmiş veya miras göremeyebilirler.
Dünyanın herhangi bir yerinde İslami ideolojiyi eleştirmek neden bu kadar tehlikeli?
Hiçbir ideoloji, bir taraftan tam tersi için çalışırken, "barış dini" olarak övülme lüksünün keyfini çıkarmadı.
Uzay Bulut, Müslüman olarak doğup yetiştirilen, Ankara'da çalışan bir Türk gazetecidir.
[1] "Türkiye'de Din ve İnanç Özgürlüğü," yazan Özgür Heval Çınar ve Mine Yıldırım, Cambridge Scholars Publishing, 2014.