Son analiz ve yorumlar
Yazan: Burak Bekdil • 24 Nisan 2016
Erdoğan, Ağustos 2014'te cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana en az 1,845 Türk vatandaşına kendisine hakaret ettikleri gerekçesiyle dava açtı. Erdoğan'ın hukuki meydan okumaları artık Avrupa'da da devam ediyor.
Angela Merkel'in Böhmermann hakkında soruşturma açılmasına yeşil ışık yakması ise Avrupa'nın sivil özgürlükler kültürüyle pek uyuşmuyor.
Avrupa Parlamentosu'ndaki Yeşiller Grubu/Avrupa Serbest İttifakı'nın eş-başkanı Rebecca Harms, "[A]rtık Türk gazetecileri ve sanatçıları daha da mağdur olacak" diye konuştu.
Sorun şu ki, Erdoğan şantajlarının işe yaradığını fark ettikçe, yetersiz demokrasi kültürünü Avrupa'ya taşımak konusunda daha istekli olacak. Dolayısıyla, Merkel bu huysuz sultana istediğini vererek yanlış bir emsal teşkil etmiş oldu.
Öfkelenmeye her an hazır Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir an için sakinleşip neden muhtemelen dünyanın en çok hakaret edilen devlet başkanı olduğunu iyice düşünmeli. Erdoğan, Ağustos 2014'te cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana en az 1,845 Türk vatandaşına kendisine hakaret ettikleri gerekçesiyle dava açtı. Erdoğan'ın hukuki meydan okumaları artık Avrupa'da da devam ediyor. 1871'den kalma muğlak bir Alman yasası, 1960'larda ve 1970'lerde İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ile Şili diktatörü Augusto Pinochet'nin muhaliflerini susturmak için kullanılmıştı. Türkiye Cumhurbaşkanı ise, popüler Alman komedyenin kendisini kaba ifadelerle hicvetmesinin ardından bu yasadan yararlanan üçüncü yabancı lider oldu.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Burak Bekdil • 19 Nisan 2016
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın korumaları Washington ziyareti sırasında haber yapmaya çalışan gazetecileri taciz etti ve onlara fiziksel saldırıda bulundu. Ayrıca, misafir listesinde yer almalarına rağmen, bazı gazetecileri zor kullanarak uzaklaştırmaya teşebbüs ettiler.
Tacizi kameraya çekmeye çalışan Amerikalı bir muhabir ise göğsüne tekme darbesi aldı.
Erdoğan bu olayların ardından, artık alay konusu haline gelen açıklamalarına yenilerini eklemeye devam etti. CNN International'a verdiği bir röportajda "Basına karşı savaş açmadım" diye konuşan Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: "Ne şahsım, ne hükümetimiz asla bugüne kadar basın özgürlüğünü engelleyici bir şey yapmamıştır."
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın giderek tırmanan Üçüncü Dünya otoriterliği yeni boyutlar kazanmaya devam ediyor: Hatta bu tavrı artık Türkiye dışından bile görünür hale geldi. Diğer taraftan, Erdoğan nükleer güvenlik zirvesi için Washington'a doğru hareket ederken geçen yıl haklarında "bedelini çok ağır ödeyecekler" açıklamasını yaptığı iki gazeteci, casusluk ve terörizm suçlamalarıyla yargılandıkları ve ömür boyu hapis cezasıyla karşı karşıya oldukları ikinci duruşma için mahkeme karşısına çıktı. Bu iki gazetecinin "casusluk ve terör" eylemleri, Mayıs 2015'te MİT'in Suriye'deki İslamcı savaşçılara silah tedarik etmesi hakkında detaylı bilgi veren bir habere dayandırılıyor.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Uzay Bulut • 9 Kasım 2015
"Müslüman erkeklere, beyaz gayrimüslim kadınların rahat, ucuz, kirli fahişeler oldukları ve bu kadınları almaya hakları olduğu öğretiliyor. Bu da yetmezmiş gibi, birçok camide yapıldığı üzere, insanlara Müslüman olmayan herkesten nefret etmeleri gerektiğinin öğretilmesi elbette ki birçok kişinin, Müslüman olmayan herkesten nefret etmesine yol açacaktır. Sorun bir de polisin, hâkimlerin, avukatların, öğretmenlerin ve diğer görevlilerin 'ırkçı' ve 'islamofobik' kelimelerinden korkmasından kaynaklanıyor ve bu olayları durdurmak için hiçbir şey yapılmıyor." — Toni Bugle, kadın hakları aktivisti, Radikal İslam ve Şeriat Karşıtı Anneler Derneği kurucusu, çocuk tecavüzü kurbanı.
"Kızlar tecavüze uğradığında, tecavüzcüleri onlara 'beyaz çöp', 'beyaz fahişe', 'beyaz kâfir' diyor. Bunlar, kızlara gayet alenen söyleniyor. Kızlar da bunu polise aktarıyor. Buna rağmen, saldırılar hiçbir zaman 'ırkçı' olarak nitelendirilmiyor... Beyaz olarak doğduğum için hayatımın daha az öneme sahip olduğunun söylenmesinden ya da başka birinin başka bir ten rengiyle doğduğu için hayatının daha az önemli olduğunun söylenmesinden bıktım, usandım. İnsanlar artık en iğrenç şekillerde davranabilmek için ırk kartını kullanıyor." — Toni Bugle.
Birçok İngiliz kız çocuğu, sessiz kalıyor. Suçlular, bu çocukları tehdit ediyor ve gözdağı veriyorlar. "Bu tehditler, çoğu kızı susturmaya yetiyor. Ayrıca polis, kızların savunmalarını göz ardı ediyor. Bu yüzden, kızlar polislere güvenmiyorlar. Bir topluluğun sessizliğinin işlenen suça izin verdikleri anlamına geldiğini düşünüyorum."
İslam'da sadece gayrimüslimler köle olarak alınabilir – ki bu da ne yazık ki İslam'daki üstünlük yanlısı doktrinin varlığına bir kanıt daha sunuyor: Bu doktrine göre, İslam diğer bütün dinlerden daha üstün ve bu yüzden İslam'a inananlar, başka dinlere inananlara verilmeyen ayrıcalıklardan faydalanma hakkına sahipler.
Gayrimüslim çocuk ve kadınların, IŞİD ve Boko Haram gibi cihatçı gruplar tarafından uğradıkları cinsel istismar sadece Müslüman dünyasında yaygın bir olay değil, ayrıca ve ne yazık ki İslami öğretilerle de yakinen alakalı. Cinsel kölelik, İslami hukuk ve geleneğin derin bir parçası. İslam'ın kurucusu da, o dönemde daha yaygın olan köleliği bizzat uygulamış ve onaylamıştı. Halifelerin Hıristiyan, Hint, Fars ve Afrika topraklarından getirilen yüzlerce, hatta binlerce genç kız ve kadından oluşan haremleri vardı.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Burak Bekdil • 30 Ekim 2015
Davutoğlu, "Irak ve Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) kafasındaki İslam ile bizim savunduğumuz İslam arasında 360 derece fark var" dedi. Bu bir itiraf mı? Çünkü temel matematikte birbirinden 360 derece ayrılan iki şey tam olarak aynı konumdadır.
"Nerede bir zalim varsa biz onun yanında olacağız." – Ahmet Davutoğlu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı.
Örgütün iki intihar bombacısı, Ankara'nın kalbinde 100'ün üzerinde vatandaşı katleden IŞİD hakkında konuşurken Davutoğlu, militanlar için "nankör" sıfatını kullandı. Nankör mü? Militanlar, Türkiye'den aldığı hangi destek veya yardımlar için nankör ilan ediliyorlar?
Gezici Araştırma Şirketi, Türklerin %58,6'sının Davutoğlu hükumetinin, IŞİD militanlarının, barış yürüyüşüne hazırlık yapılan bir alanda 100'ün üzerinde insanı katlettiği ve yüzlercesini yaraladığı olay öncesinde gerekli önleyici güvenlik tedbirlerini almadığına inandığını tespit etmiştir. Anketin daha çarpıcı sonuçları bulunuyor: %20'nin üzerinde kişi saldırının arkasında AKP ve Erdoğan'ın bulunduğunu söylüyor.
Türkiye'nin istihbarat teşkilatının bütçesi 2015 yılından itibaren %47 oranında yükseltiliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 2016 bütçesi, 12 bakanlığın toplam bütçesini geçecek.
Türklerin 1 Kasım erken seçiminde oy tercihleri nasıl olursa olsun, kesin olan birkaç şey var: a) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2001 yılında kurulan ve şu anda Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından yönetilen muhafazakar parti (Adalet ve Kalkınma Partisi veya kısaca AKP) seçimden birinci parti olarak çıkacak, b) Türkiye'nin muhafazakar-laik ve Türk-Kürt çizgisindeki tehlikeli kutuplaşması derinleşecek, c) Türkiye'nin kendisine yakışmayan, İslamcı yönetimi de büyük bir olasılıkla yerinde kalacak ve d) AKP tekrar bir tek parti hükumeti kuracak veya bir koalisyon hükumetinde gücü başkalarıyla paylaşmak zorunda kalacak; ancak kesin olan bir şey var ki, sahneden çekilmeyecek. Tüm bunlar tek bir adamın kişisel ihtiraslarından kaynaklanıyor: Recep Tayyip Erdoğan
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Bassam Tawil • 22 Ekim 2015
İsrail'deki Yahudilere yönelik son günlerdeki bıçaklı saldırı dalgası, birçok Müslüman ve gayrimüslimin kafasını bıçak kullanarak kesen İslam Devleti (IŞİD) teröristlerini taklit etme girişimidir. Çoğu saldırıda, Filistinli teröristler kurbanların boğaz ve boyunlarını hedef aldılar. Bu teröristler, İslam Devleti (IŞİD) cihatçılarının yerine geçip insanlığın Orta Doğu'daki baş "kasapları" olmaya çalışıyorlar.
Gençlerimiz, İbrani din büyüğü ve atası Yusuf'un Tapınağı gibi dini bir mekânı ateşe verirken, Ramallah'taki liderlerimiz nasıl olur da Yahudileri Mescid-i Aksa'yı "pis ayaklarıyla kirletmekle" suçlarlar? Nablus'u sıkı bir denetim altında tutan Filistin Yönetimi'ne bağlı güvenlik güçleri, bu kundaklamaya engel olmak için hiçbir şey yapmadılar.
Saldırılar, Yahudilerin bu topraklarla ilgili hak iddiasında bulunmalarını engellemek adına tarihi silme girişimidir. Bu ise İslam Devleti'nin Suriye ve Irak'ta yaptığının aynısıdır.
Mahmud Abbas ve diğer Filistinli liderler yalan söylüyorlar. Yaşanmakta olan, "işgal" ya da herhangi bir duvar veya kontrol noktasına karşı verilen bir mücadele değil. Bu saldırılar, Yahudileri katletmek ve İsrail'i dünya üzerinden silmek için İslam Devleti (IŞİD)'den ilham alan bir cihat.
Şimdiye kadar, genç Filistinli erkek ve kadınların İslam Devleti (IŞİD) terör grubundan çok şey öğrendikleri ortada. Bazı Filistinlilerin İsrail'e karşı başlattıkları bu yeni "intifada"; İslam Devleti, Hamas, İslami Cihat, Boko Haram ve El Kaide'nin "kafirlere, Siyonistlere, dinden çıkanlara, Haçlılara" ve radikal olmayan Müslümanlara karşı açtıkları geniş çaplı savaş bağlamında değerlendirilmelidir.. Filistinli gençlerin geçtiğimiz iki hafta boyunca uyguladıkları taktikler; İslam Devleti tarafından Suriye, Irak, Libya ve diğer Arap ülkelerinde işlenen suçları ve vahşeti taklit etmek için ellerinden geleni yaptıklarını gösteriyor. İslam Devleti (IŞİD) Batı Şeria ya da Kudüs'te (büyük ölçüde İsrail Savunma Güçleri ve diğer İsrail güvenlik kurumları sayesinde) fiziksel olarak mevcut değilse bile, IŞİD'in ruhu ve ideolojisi birçok genç erkek ve kadının tepesinde dolanıyor.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Soeren Kern • 24 Eylül 2015
Tecavüz Haziran ayında gerçekleşmesine rağmen, yerel medya bu suçu haber yapıncaya kadar polis neredeyse üç ay boyunca sessiz kaldı. Westfalen-Blatt gazetesindeki bir başmakaleye göre; polis, mülteciler ve göçmenlerle ilgili suçları kamuoyuna açıklamayı reddediyor çünkü söz konusu kitlesel göçü eleştirenleri haklı çıkarmak istemiyorlar.
13 yaşındaki bir Müslüman kız, içbatı Almanya'daki Detmold şehrinde bulunan bir mülteci barınma tesisinde bir sığınmacının tecavüzüne uğradı. Kız ve annesinin yaşadıkları yerdeki cinsel şiddet kültüründen kaçtığı söyleniyordu.
Münih'teki barınakta bulunan mülteci ve göçmenlerin yaklaşık yüzde 80'i erkek... Kadın sığınmacılarla seksin fiyatı 10 Avro. — Bavyera Yayınları (Bayerischer Rundfunk).
11 Eylül'de 16 yaşındaki bir kızın tecavüze uğradığı Bavyera'daki Mering kasabasında polis, anne babalara çocuklarını yanlarında birisi olmadan dışarı göndermeme uyarısında bulundu. Bavyera'daki Pocking kasabasında Wilhelm-Diess spor salonunun idarecileri ise anne babaları kızlarının "Yanlış anlamaları engellemek için" açık kıyafetler giymelerine izin vermemeleri konusunda uyardı.
"13-19 yaş arası Müslüman erkekler açık yüzme havuzlarına gittiklerinde, bikinili kızları görünce neye uğradıklarını şaşırıyorlar. Kadınların çıplak tenini göstermesinin hoş karşılanmadığı bir kültürden gelen bu erkekler, kızlara fark ettirmeden peşlerine düşüp onları rahatsız ediyorlar. Doğal olarak, bu bir korku yaratıyor." - Die Welt'e konuşan Bavyeralı bir politikacı.
Münih'teki Müslüman mülteci kampına yapılan bir polis baskınında, kampta güvenliği sağlamaktan sorumlu kişilerin uyuşturucu ve silah ticareti yaptığı ve fahişeliğe göz yumduğu ortaya çıktı.
Öte yandan, sığınmacıların Alman kadınlara tecavüz etmesi sıklıkla yaşanan bir olaya dönüşmüş durumda.
Duruma ilişkin ilk elden bilgi sahibi olan Alman sosyal hizmetler kuruluşlarının verdiği bilgiye göre, gittikçe daha fazla kadın ve genç kız, Almanya'daki bu mülteci kamplarında tecavüze ve cinsel saldırılara uğruyor; hatta erkek sığınmacılar tarafından fahişeliğe zorlanıyorlar. Tecavüzlerin çoğu, kadın ve erkeklerin bir arada yaşadığı kamplarda gerçekleşiyor. Yer yokluğu yüzünden Alman yetkililer, binlerce kadın ve erkek mülteciyi aynı yerde uyumaya ve aynı tuvaleti kullanmaya zorluyor. Bazı barınaklardaki koşullar kadınlar ve genç kızlar için o kadar korkunç ki kadınlar, uğruna Müslüman erkek avcıların birbirleriyle kavga ettiği "vahşi oyun" olarak tanımlanıyor. Ancak sosyal hizmet uzmanlarına göre pek çok kurban, daha ağır bedeller ödememek için sessiz kalmayı tercih ediyor.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Burak Bekdil • 19 Eylül 2015
Milyonlarca Müslüman, tehlikeli yollardan, kendi ülkelerinde de olmak üzere dünyadaki bütün şeytanlıklar için tarihte daima suçladıkları medeniyetin sınırlarına ulaşmaya çalışıyor.
Dünyanın bu bölgesindeki Müslümanlar, Hristiyan Batı'yı "şeytan" olarak görüyor, ancak Hristiyan toprakların, ekonomik ve politik olarak yaşamak için en uygun yerler olduğunu da biliyorlar. Zengin Arap devletleri, yardım edecek bir ele ihtiyaç duyan Müslüman kardeşlerinin çağrısına katı bir biçimde sırtını dönüyor ve İslamcı ikiyüzlüler bütün suçu Batı'ya yüklüyor.
Üzücü olan şu ki, hiçkimse neden "Batı'dan nefret eden" Müslümanlar'ın Batı'ya gittiğini sorgulamıyor...Ya da neden, Müslüman olmayanların, Müslümanlar arası bir savaşın ve yarattıkları göç dalgasının bedelini ödemek zorunda olduğunu.
Ürdün'ün (vefat eden) Kralı Abdullah anılarında, "Filistin'in trajedisinden" bahsederken, "liderlerinin çoğu halkı, yalnız olmadıkları, 80 milyon Arap ve 400 milyon Müslüman'ın hemen ve mucizevi bir şekilde yardımlarına koşacağı gibi yanlış ve temelsiz sözlerle paralize etmesidir." demişti. Onyıllar sonra, Suriyeliler dünyanın mülteci trajedisinin belkemiğini oluşturan vatanlarındaki iç savaştan kaçıyor. Resmi olarak, Müslüman Türkiye, Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmının evsahibi (1.9 milyon). Lübnan, 1.2 milyon Suriyeliyi, Ürdün 600,000'den fazlasını ve Mısır da 100,000'den fazlasını misafir ediyor. Bu da toplamda, çoğunluğu Müslüman 4 milyon Suriyeli ediyor.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Burak Bekdil • 18 Eylül 2015
Türkiye hem İslam Devleti (IS) ve hem de IS'e karşı oluşturulan herhangi bir koalisyonun elzem kara gücü olan Kürtlerle sonsuza kadar savaşamaz.
"...Amerika'nın Türkiye ile anlaşmasının şeytanla anlaşma olduğu ortaya çıkacak. Kısa dönem operasyonel kolaylık, uzun dönemde Türkiye'yi istikrarsızlaştırma ve IS militanlarına karşı savaşan Kürt güçlerinin moralini bozma tehlikesine değmez." -- Eric Edelman, ABD'nin eski Ankara büyükelçisi ve ABD Savunma Bakanlığı'nın savunma politikaları müsteşarı.
Türkiye'de Suruç'taki intihar bombalı saldırıdan bir görünüm. Bir ISIS intihar bombacısı, 20 Temmuz'da Kürt aktivistlere yönelik saldırıda 32 kişiyi öldürdü ve 100'den fazla kişiyi yaraladı (İmaj kaynağı: VOA video screenshot)
Hapisteki Kürt ayrılıkçı hareketinin lideri Abdullah Öcalan, yaklaşık 40,000 Türk ve Kürt'ün ölümüne yol açan otuz yıllık bir şiddet kampanyasının ardından, silah bırakacaklarını açıkladığında, pekçok kişi, 2013 yılında Türkler ve Kürt yurttaşların tarihi bir el sıkışmaya yakın olduğuna inandı. Türk hükümeti, sabırsızlanan Kürtler'e daha geniş siyasi haklar verecekti. Karşılığında Kürtler de, haklarını ellerindeki silahlarla aramak yerine barışçı politikalar izleyecekti.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Nima Gholam Ali Pour • 1 Eylül 2015
İran İslam Cumhuriyeti, 1979'da kurulduğundan bu yana, İslam devrimini -- gerekirse güç kullanarak-- "ithal etme" ideolojisi güttü.
Başkan Obama'nın söylediklerinin aksine, anlaşma İran'ın nükleer silah elde etmesini daimi olarak yasaklamıyor ya da İran'ın bomba yapımının önündeki bütün yolları kapatmıyor. Bu anlaşma ABD'nin 15 yıl sonra, veya bundan daha önce İran'ın istediği kadar bomba üretebileceği anlamına geliyor.
İran, kendi egemenliğini korumaya çalışmakla meşgul bir ülke değil. Onun yerine, başka ülkelerin egemenliklerinin altını oyan bir ülke.
İran rejimi olağanüstü derecede pragmatik: ne yaparsa yapsın kendi varlığının tehdit altında olmadığını görüyor. Başka herkesin de gördüğü gibi, bütün kural ihlallerinin, aslında ödüllendirildiğini görüyor.
ABD neden Amerika'nın Ortadoğu'daki en yakın müttefikini yok etmek için daha gelişmiş konvansiyonel –ve belki ilerde nükleer – silah elde etmeyi isteyen bir rejime izin vermek istiyor? Kıtalararası balistik füzeleri eline geçirmek için teröristlere füze veren bir ülkeye neden izin verilsin ki?
Eğer bu anlaşma barışa ilişkinse, neden İran'ın daha fazla silaha ihtiyacı var? Eğer İran barış istiyorsa, neden füze programını kaldrmıyor ve terörist örgütlere desteğini kesmiyor. Eğer İran barış istiyorsa, neden başka kıtalara ulaşabilecek füzeler istiyor?
Hitler, Chamberlain'i kandırdı ve kendisini barıştan yana birisi gibi gösterdi. Hiçkimsenin Başkan Obama'yı kandırdığı yok. Mollalar açık bir biçimde "Amerika'ya ölüm" diyor. Obama İran'ın nükleer başlıklı kıtalararası füzelerini kime yönelteceğini bilmiyor mu?
En kötü senaryo durumunda, İran nükleer olduktan sonra değil, olmadan önce bu anlaşmayı bozmak ancak dünyayı caydırıcı bir pozisyona koyan daha iyi bir seçenek ortaya koyuyor.
Eğer birisi bir yıl önce, Ortadoğu'da büyük bir savaşa sebep olmanın en etkili yolunun ne olduğunu sormuş olsaydı, şöyle diyebilirdiniz: İran'daki mollalara gelişmiş konvansiyonel silahlar, kıtalararası balistik füzeler ve nükleer silahlarla terör organizasyonlarını finanse ederek bölgedeki ülkelerinin istikrarını bozabilecekleri on milyarlarca dolar elde etme fırsatını vermek. Washington ya da Berlin'deki hedeflere saldırmakta tereddüt etmeyecek bir rejimin olağanüstü miktarda para ve ölümcül silahlarla çok da sağduyulu olmayabileceği tezini savunabilirdiniz. Eğer İran'ı biraz tanıyorsak, ABD Başkanı Baracak Obama'nın İran'la anlaşmasının Ortadoğu'da kaos ve savaştan başka bir şey yaratamayacağı çok açık.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Douglas Murray • 23 Ağustos 2015
En tepeye çıkmak için gereken tek şeyin seçtiğiniz sanat formunda başarıya ulaşmak olduğunu ve bir izleyici kitlesi toplayabileceğinizi düşündüyseniz, yanılıyorsunuz. Artık bu yeterli değil –özellikle de Yahudiyseniz.
Reggae yıldızı Matisyahu'ya yapılan muamele yeni bir şey değil. Matisyahu İsrailli değil, o bir Amerikalı. Bir süredir, sadece İsrailli Yahudiler, ülkelerini ilgilendiren çözülmemiş sınır tartışmaları yüzünden diğer milletlerin dışına itilmişti. Şimdi dünyanın herhangi bir yerinde doğan Yahudiler, aynı şekilde hedef alınabiliyor. Yahudiler, diğerlerinin arasından seçiliyor –Yahudiler ve sadece Yahudiler.
Habima tiyatrosu çalışanları Shakespeare's Globe Theatre'da sahnede "Venedik Taciri'ni" sahnelerken hakarete uğradılar. Protestocuların hiçbiri, oyunlar sırasında sahnede Yahudiler'e çamur atılmasındaki ironiyi yakalamışa benzemiyordu.
İspanya'nın kendi sınır meseleleri var. Belki de İspanyol tiyatrocular da yurtdışında bir oyun sahnelemelerine izin verilmeden önce siyasi tutumlarıyla ilgili sorguya çekilmeli miydi? Belki dünyanın geri kalanı, halk önüne çıkmadan önce İspanya'daki bütün sanatçılardan bir açıklamaya imza koymalarını ya da Katalan bağımsızlığını destekleyen bir video yapmalarını talep etmeliydi.
Sadece bir ülke ve bir jeopolitik soru bu şekilde karşılık buldu. Türk sanatçılardan dünyanın hiçbir yerinde, ülkelerinin Kuzey Kıbrıs'ı yasadışı işgalini kınamaları istenmedi. Bir AB üyesi ülkedeki bu işgal kırk yıldan fazla zamandır devam ediyor.
Her nerede olurlarsa olsunlar Yahudileri hedefe koymaları bu ırkçı motivasyonu açığa çıkarıyor. Rototom Sunsplash festivali bu ırkçı BDS (İsrail'e boykot, tecrit ve yaptırım çağrısı) ateşinde yer almak istiyorsa, o zaman Yahudiler değil, asıl onlar bütün dünya tarafından dışlanmalı.
Gelecekte halk önüne çıkmayı isteyen bir sanatçı mısınız? Öyleyse, jeopolitik ilişkiler sınavınıza iyi çalışın ve sonra da bütün "doğru" görüşlere sahip olduğunuzdan emin olun.
Bu hafta, Amerikan reggae yıldızı Matisyahu'nun İspanyol müzik festivalinde önceden planlanan gösterisinin iptal edildiği haberi geldi. Matisyahu "hasidik reggae yıldızı" olarak ünlenmişti, 2011 yılında Ortodoks Yahudiliği bırakmasına rağmen. Artık bir sakalı yok ve kipa takmıyor, ancak Yahudi kimliğinden duyduğu gururu taşımaya devam ediyor. Gelecek hafta, 22 Ağustos'ta, Valencia'nın kuzeyindeki Benicassim'de yapılan Rototom Sunsplash festivalinde sahneye çıkacaktı. Ne yazık ki müzikle biraz ilgilenenlerin göreceği şekilde, bir grup yerel BDS (boykot, tecrit, yaptırım) aktivisti Matisyahu'nun gösteri yapacağını öğrendi. Matisyahu'nun "etnik temizlik yapan bir apartheid devleti" destekçisi olduğunu iddia ederek festivalin, bu gösteriyi iptalini talep ettiler.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Khaled Abu Toameh • 14 Ağustos 2015
Bir araştırmacıya göre, Irak'ta Şii militanlar tarafından ele geçirilen pek çok Filistinli, zalim işkencelerden geçirildikten sonra terörizme bulaştığını "itiraf etmeye" zorlandı. 2003'ten bu yana Filistinliler'in sayısı 25,000'den 6,000'e düştü.
İnsan hakları örgütleri, medya ve Filistin Yönetimi'nin, Arap ülkelerinde Filistinliler'e yönelik kötü muameleye karşı tam bir duyarsızlık sergilemesi ise bu durumun en enteresan yanı. Uluslararası basın, Arap dünyasındaki Filistinliler'i umursamıyor, çünkü orada İsrail'in suçlanabileceği bir haber yok.
Görünen o ki, BM ve diğer uluslararası kuruluşlar Arap dünyasında Filistinliler'e uygulanan etnik temizliği hiç duymamış. Bu kuruluşlar da İsrail takıntılı ve Arap rejimleri yönetiminde Filistinliler'in çektiği sıkıntıları duymazdan gelmeyi tercih ediyor.
Filistin Yönetimi liderleri, İsrail'e Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde "savaş suçları" davası açmak istediklerini söylüyor. Ancak Irak, Suriye, Lübnan gibi arap ülkelerinde Filistinliler'e yapılan etnik temizlik ve işkenceler sözkonusu olunca, başını başka yöne çevirmeyi seçiyor.
Bir Arap'ın başka bir Arap'ı öldürmesi ya da işkenceden geçirmesi, Batı'daki büyük bir gazete için yayınlamaya değer bir malzeme değil. Ancak bir Filistinli, İsrail makamları ya da Yahudi yerleşimcilerle ilgili şikayet edecek olsa, pek çok Batılı gazeteci bu "büyük gelişmeyi" duyurmak için koşturuyor.
Arap ülkeleri, Filistinliler'i hakir görmekle kalmıyor, Filistinliler'in sadece İsrail'in problemi olmasını istiyor. 1948'den bu yana Arap hükümetleri Filistinliler'in kendi ülkelerine kalıcı olarak yerleşmesine ve eşit vatandaş olmasına izin vermeyi reddediyor. Şimdi bu Arap ülkeleri aynı zamanda Filistinliler'i öldürüp işkenceden geçiriyor ve etnik temizliğe tabi tutuyor, dünya liderleri de kafalarını kuma gömüp İsrail'i suçlamaya devam ediyor.
Suriye'de, Şam yakınındaki Yarmuk Filistin mülteci kampının bir kısmının, savaşta zarar gördükten sonraki hali bir kısmı (Kaynak: RT video screenshot)
Arap ülkelerinin pek çoğunun uzun zamandır Filistinliler'e kötü muamele ettiği ve temel hak ve özgürlüklerden mahrum edildikleri Apartheid benzeri ayrımcı yasa ve uygulamalara maruz bıraktıkları bir sır değil. Irak, Lübnan, Ürdün, Mısır ve Suriye gibi ülkelerde Filistinliler ikinci, üçüncü sınıf muamelesi görüyor ve bu yüzden de ABD, Kanada, Australya ve diğer Avrupa ülkelerinde daha iyi bir hayat arayışına zorlanıyor. Bunun sonucu olarak da pek çok Filistinli bugün, geldikleri ülkelerde veya diğer Arap ülkelerinde hoş karşılanmadığını hissediyor. Arap ülkelerindeki Filistinliler'in durumu, Irak'ın Kuveyt'i Ağustos 1990'da işgaliyle kötüleşmeye başladı. Filistinliler, Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgalini ilk "kutlayanlardandı." Kuveyt, Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ) her yıl onmilyonlarca dolar yardım yapan bir ülkeydi. Ancak Irak'ın işgalinden sonra ortaya çıkan anarşi ve kanunsuz ortamda pek çok kişi Kuveyt'ten kaçtı.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Uzay Bulut • 10 Ağustos 2015
Öyle görünüyor ki, "barış içinde birarada yaşamak" kavramı İslamın üstünlüğünü savunanlara gerçek anlamda yabancı. Bir çok sofu Müslüman, İslam'ın tek gerçek din olduğunu düşünüyor gibi. Faziletsiz, doğru olmayan din ve felsefelerin insanları yoldan çıkarmasına niye ihtiyaç duyalım ki?
Türkiye'de aynı zamanda bir Alevi toplumu var, sayılarının on milyonları bulduğu tahmin ediliyor, ancak bu rakam sadece tahmini. Türkiye'deki Aleviler'in (Katolikler, Protestanlar ve diğerlerinin) varlıkları yasal olarak kabul edilmiyor. Varolmayan bir grup üzerine de nüfus sayımı yapamazsınız ve onları ancak "Sünni Müslümanlar" olarak sayarsınız.
"Yasalara göre, yasal statüsü olmayan ya da cemevi olarak adlandırılan bir yerde, kilisede ya da benzeri bir yapıda ibadet, yargılanmanıza yol açabilir." – Mine Yıldırım.
İslam'ın barış dini olduğunu duyuyoruz. Ancak Batılıların anlamakta başarısız olduğu, bu barışın ancak herkes İslam dinine döndükten sonra mümkün olduğu. Başka hiçbir ideoloji, tam aksi bir tutum izlediği halde "barış dini" olarak övülme lüksünün keyfini sürmedi.
Bir zamanlar Küçük Asya (Anadolu) olarak tanımlanan şimdiki Türkiye ve Ortadoğu'nun geri kalanı, yüzyıllar boyunca farklı din ve kültürlerin ortaya çıktığı medeniyetlerin beşiği oldu. Ancak bugün giderek küçülen bu toplumların dini veya vicdani özgürlüklerini yaşaması mümkün olmuyor. "Barış içinde birarada yaşamak," öyle görünüyor ki, İslam'ın üstünlüğünü savunanlara tamamen yabancı bir kavram. İşte bu kayıp kavram onları karanlık çağlarda tutuyor. Alışveriş merkezlerine gidip cep telefonu, bilgisayar ve diğer teknolojik cihazları kullanabilirler, ancak akıl ve ruhları karanlık çağlara sıkışmış durumda. İronik olarak, bugün kullandıkları ileri teknoloji ve bilimin büyük bir kısmı, bugün yok etmekten memnun oldukları insanlar tarafından icat edilmiş.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Khaled Abu Toameh • 9 Ağustos 2015
Amerikalılar ve Avrupalılar, barışa ulaşmak için liderlerin halklarını uzlaşma ve hoşgörüye hazırlaması gerektiğini bir türlü anlayamıyor. İsrail'le barışmak istiyorsanız, halkınıza, Ağlama Duvarı'nın Yahudiler için dini bir önemi olmadığını ve aslında Müslümanlar'ın mülkü olduğunu söylemezsiniz. Filistin Yönetimi liderleri İsrail'i "savaş suçlusu" olmakla ve "soykırımla" suçluyor ve kesinlikle halkını barış için hazırlamıyor. Bu iddialar sadece Filistinliler'i İsrail'e karşı daha da kışkırtmaya hizmet ediyor.
Eğer Yaser Arafat 2000 yılındaki Camp David zirvesinde eski Başbakan Ehud Barak'ın yaptığı cömert öneriyi kabul edemediyse, Mahmud Abbas İsrail'e nasıl herhangi bir taviz verebilir? Arafat'ın o dönemde öneriyi, İsrail'le bir barış anlaşması imzalayan ilk Arap lider olan ve suikaste uğrayan Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'la çay içmek istemediği için reddettiğini söylediği aktarıldı.
Hiçbir Filistinli lider İsrail'le kalıcı bir barış anlaşmasına ulaşılmasını zorlayamaz. Ramallah'ta veya Gazze Şeridi'ndeki hiçbir lider, İsrail'le çatışmayı sona erdirme yetkisine sahip değil. İsrail'e taviz verilmesi konusunda konuşmaya cüret gösteren herhangi bir Filistinli çabucak hain olarak kınanır. Abbas'tan sonra gelecek Filistin liderinin İsrail'e gerçek tavizler verebileceğine inananlar da hayal görüyor.
Filistinliler'in en azından görünen gelecekte İsrail'le gerçek ve anlamlı bir barış anlaşması imzalayamamasının temel iki nedeni var. Birincisi, barışa ilişkin hiçbir eğitimin olmaması. İkincisi böyle riskli bir görevi göze alacak, buna cesareti olan bir liderin yokluğu. Ortadoğu'da tökezleyen barış sürecinin yeniden canlandırılmasından bahseden Amerikalılar ve Avrupalılar, bu iki faktörü görmezden geliyor. Halen, barışın mümkün olduğunu ve topun, İsrail'in sahasında bulunduğunu söylemekte ısrar ediyorlar. Amerikalar ve Avrupalılar, barışa ulaşmak için liderlerin halkları uzlaşma ve hoşgörü yönünde hazırlaması gerektiğini gözardı ediyor.
Makaleyi okumaya devam et
Yazan: Khaled Abu Toameh • 3 Ağustos 2015
Hamas'ın silahlı kolu İzzeddin el-Kassam tugaylarına üye 500'den fazla Hamas üyesi, İsrail'e karşı bir savaşta geleceğin cihatçılarını eğiten kamplarda verilen askeri ve dini eğitime nezaret ediyor. Hamas'ın dini eğitimi, çocuklara İslam ve şeriat kanunlarını öğretmeyi amaçlıyor. Çocuklara aynı zamanda "kafirlerle" barışmanın, İslam öğretisi altında yasaklandığı da öğretiliyor.
Hamas'ın bu geniş çaplı çocuk istismarını uluslararası kuruluşların ve Filistin insan hakları örgütlerinin, özellikle de çocuk haklarını savunanların görmezden gelmesi rahatsız edici. Bu kuruluşlar çocuk haklarını sadece, bütün suçu İsrail'in üstüne atma yolu olarak kullanabildiklerinde umursuyor.
Filistin Yönetimi ve onun devlet başkanı Mahmud Abbas, kendi halkının kalbini ve kafasını, onları sürekli İsrail'e karşı kışkırtarak zehirliyor. Bu çocuklar hiçbir zaman Abbas'ın konuştuğu iki devletli çözümü kabul etmeyecekler. Dünyanın bu bölgesinde İsrail'in varolma hakkını hiçbir zaman tanımayacaklar da.
"Çocuklarınıza nasıl oynayacaklarını, nasıl gülümseneceğini öğretin...Onları Filistin aşkı ve öldürülmeme üzerine yetiştirecek şekilde eğitecek ve eğlendirecek bir kurum oluşturun." -- Filistinli aktivist Eyad al-Atalın, "bütün bir Filistinli kuşağı, kendi çocukluklarından mahrum etmesi" dolayısıyla Hamas'ı eleştirirken söyledikleri.
Rashed Anwar Abu Diqqa, Gazze'de Hamas'ın idaresindeki askeri yaz kamplarından birine katılıyor. Elinde bir tüfekle görülen gelişim çağındaki çocuk, "Yaz kampına gidiyorum çünkü genç insanlara bir çok yararlı şey öğretiyorlar," diyor. (Fotoğraf: MEMRI)
Üç yıldır, Gazze Şeridi'nden binlerce Filistinli çocuk, Hamas'ın yaz kampında askeri eğitim görüyor. "Özgürlük Öncüleri" bayrağı altındaki kamplar, en genci 15 olan çocukları İsrail'e karşı bir savaşa hazırlıyor. Gazze Şeridi'ndeki Hamas yetkililerine göre, 25 binden fazla çocuk bu yıl Hamas'ın kamplarına katıldı. Bu uygulamada herşeyden daha çok rahatsız edici olan da, ailelerin, İsrail'e karşı bir savaşta geleceğin cihatçıları olarak yetiştirilmek üzere çocuklarını kamplara göndermekte tereddüt etmemesi. Tam tersine, son birkaç gündür Filistin medyasına konuşan Filistinli ailelerin çoğu, çocuklarının farklı türde silah kullanımı öğrenmesini görmekten gurur duyduklarını söyledi.
Makaleyi okumaya devam et
|